13 Ekim 2004 Çarşamba

Tarafsızlık güçlüden yana olmaktır...

Gözünüzün önünde gerçekleşen bir olayda kimin kime ne yaptığını gördüğünüz halde, size fikriniz sorulduğunda "Ben tarafsızım." demek; suçu işleyeni kötü duruma düşürmemek için ona yardım etmeye çalıştığınız anlamına gelir.

Hepimizin gözünün önünde büyük bir insanlık suçu işleniyor ve bütün dünya "tarafsız". Neden kimsenin sesi çıkmıyor? Bu korku neden? Haklıdan yana olduğumuz, ezilenden ve güçsüzden yana olduğumuz için utanıyor muyuz?

ABD, silah ve savaşma sanayii tabanlı ekonomisini ayakta tutmak için devamlı ya savaş halinde, ya da başkalarını savaştırıp onlara silah satıyor. En küçük olay karşısında kimseden korkmadığını açıkça söyleyen ülkemiz insanı neden Irak savaşında öldürülen 10.000 den fazla insan için sesini çıkaramıyor?

Ne yazık ki savaşlar savaşları unutturuyor. Filistin’e yanarken Bosna’da binlerce masum insan öldürüldü, Bosna’ya ağlarken Irak’a bombalar yağdı. Kim bilir yarın da hangi savaş çıkınca Irak’da olanları unutturacaklar? Belki Libya, belki Suriye, belki de Kuzey Kore, artık sırada kim varsa kim en güçsüzse...

İşgal altında bombalardan kaçan suçsuz insanlar tüm dünyadan kendilerine uluşacak minicik bir iyilik beklerken, gözlerini başkalarının topraklarına diken açgözlüler insanlığı yok etmek için dünyanın çeşitli yerlerinde başka cepheler açıyor.

Düşünüp taşınıp, ayıp olmasın diye bir iki laf etmekle olmuyor. Artık herkes bir taraf seçsin, ya haksızlığa uğrayanların tarafındasın ya da güçlülerden yana. Tv’lerde durum analizi yapan tarafsızlardan ne olup bittiğini öğrenmek yetmiyor, bunu öğrenince ne yapıyorsun onu söyle!

Yanı başımızda insanlar öldürülüyor sebep sadece topraklarının altındaki petrol. O kaynaklar tükendiğinde sıra kime gelecek? Bir gün sen de kollarında taşıdığın en sevdiğin insan için insanlık adına yardım beklerken bütün dünyanın tarafsız olduğunu anladığında ne olacak?

Sahip olduğumuz üç kuruşluk teknolojinin getirdiği konfordan uzaklaşacağız diye aldanarak yaşadığımız hayatı terketmekten korkmayalım. Gelişmiş teknoloji insanlığı hiçe sayıyor. Teknoloji onlar için sadece ölü sayısındaki artışı anında internetten yayınlamaya yarayan bir araç. Yaptıkları işkencelerin fotoğraflarını eşe dosta göstersinler diye, uydudan cep telefonuna resim aktaran bir teknoloji insanlığa ne kadar katkıda bulunabilir?

Silah satarak, savaş çıkartarak, kimseyi kandıramadığında bizzat kendisi saldırarak her öldürdüğü insan karşılığında ekonomisini güçlendirenlere karşı yapılacak çok şey var. Yeter ki bizler, bilgisayar virüslerinin en can alıcı bölgelere yerleşerek sistemi felce uğratmaları gibi tarafsızlık fikrinin vicdanımıza yerleşmesine izin vermeyelim...

ONALTIKIRKALTI

28 Ağustos 2004 Cumartesi

punknedir... punk nedir...

punknedirki... ne biliim ben........
ya da ne olursa olsun punk müzik güzel müzik...
Punk müziği tanımlamak bana düşmez ama
eğer burada punk adına birşeyler yazmak için varsam
punk için dünyadaki en güzel benzetmeyi az sonra ben yapıyor olacağım
punk
güneşten kopan bir parçanın dünyayı oluşturması gibi
rocktan kopan bir parçadır... (vaaaaaay bee)
sen 16 sene hard rock, heavy metal dinle
sonra da punk adına bilgiçlik tasla...
e valla ben de bunu daha önceden tahmin edemezdim...
isterseniz yazının bundan sonraki kısmını okumama hakkınız var
olabileceklerden ben sorumlu değilim...
punk da zaten böyle birşey
karışık tahmin edilemeyen bir şey
ya da birşey kelimesini bitişik ve ayrı olarak bir cümlede iki şek-ilde yazmak gibi çelişkili...
giriştik bari yarım kalmasın...
başlıyorum...
yaşam tarzı olarak düşünenler var
nefret edenler var ...
ve benim gibi
(cümlelerin virgülsüz de anlamlı olabileceğini
ispatlamak için inatla
kuralların illede uygulanmak için değil
hatasız birşeyler yapmaya yarayan
sınırlar olduğunu düşünerek)
kuraldışı kalıp punk olunabileceğini düşünenler var...
bir tarz mı yoksa sadece bir terim mi artık siz karar verin...
punk müzik denilince aklınıza caddede yürüyen
dik saçlı deri ceketli tiplerden biri geliyor olabilir
ama emin olun nasıl ki her beyaz önlük giyen doktor olamıyorsa
sadece punk tarzı giyinmekle punk olunmuyor
ya da punk olmak diye birşey var mı?
toplum mu insanları insanlar mı toplumu tanınmaz hale gitirir
yoksa toplumu yönetenler mi
yoksa punk yaşam tarzını seçenler
toplumdaki saçmalıklara katlanamadıkları için mi böyle
hepsi birden olabilir ya da
bu tipteki davranışları punk kültürüne sığınıp kamuflemi ediyorlar
bunlar her ne kadar göreceli olsa da
her punkçının kendine özgü bir tarzı olması
punk kültürünün müzik ve giyim dışında kendi içinde
bir bütünlüğü olmadığını gösteriyor...
ama her ağızdan çıkan bir NO FUTURE tanımı
öyle bir ortak dünya görüşleri varki
hippilerin savaşma seviş sloganı kadar polemiğe açık
gelelim şu NO FUTURE olayına
itirazlar olsa da hepimiz punk gibi yaşamıyor muyuz
kimiz yarın ne olacağı belli olmayan bir ülkede yaşamak
bizleri zorunlu olarak bu fikrin uygulayıcısı yapmıyor mu...
dünü biliyoruz bugünü yaşıyoruz ama ya yarın
onunda ne olacağını hiç kimse bilemiyor...
diğer zaman dilimleri sadece beynimizde var
hatıralar ve gelecek
yaşadığımız ise sadece bugün
o zaman
zadece şimdiki an
NO FUTURE diyorum itiraz eden etsin kardeşim... bana ne
punk böyle
boşvermeci yanları da vardır hayata karşı
artık savunma mekanizması mı dersiniz
vıcık vıcık olmuş sahtekar ve pislik ilişkilerle dolu günümüzde
hayata karşı cesaretsizlik mi
yoksa kahramanlık mı
ama iş yoksayıcılığa yani nihilizme kayıpta
no future no back and no now olunca biraz karışıyor
onu da insanların kendi fikirleri belirlesin
yaptığıma iyi veya kötü diyemem...
ister istemez zaten bazı içgüdülere sahibiz
vicdan acıma sevme nefret
bize kendiliğinden neler hissetmemizi söylemiyor mu
ya da bunlar yetmiyor mu
illa göstermelik şartlanmış hareketler doğrultusunda ahlak kural-larımı gerekli?
içimizde var olanlardan başka diğerleri
bence toplumun bize dayattığı fikir ve davranış biçimleri
içlerinde içgüdülerimizde olması gerekenleri temel alanlar da var
ama hepsi için aynı şeyi söylemek mümkün değil
bana ne adamın saygınlığından
genelde kabul görmüş birinin saygınlığı o insanlar için geçerli
ben saygı duymaya mecbur değilim
onun kişisel doğal olan haklarına tecavüz etmedikten sonra
kimse beni suçlayamaz
ben de bilmem nerede bilmem ne sıfatıyla birşeyler olursam
kendime sırf orada o olduğum için saygı duyulmasını istemem
selpak satan kızdan ihtiyacım olmasa da selpak alınca
onun sevinçle karışık bakışları daha anlamlı geliyor bana
inanın 500 bin liraya ömür boyu çalışıp geldiğiniz mevkideki
gördüğünüz saygının verdiğinden daha fazlasına sahip olursunuz...
ama insanlar niyeyse mevki sahibi insanlara kral muamelesi yapıyor
bu biraz da onlara işi düşünce oluyor
bilin bakalım niye?
işte kötü olan da bu zaten
bu yüzden otorite hiyerarşi ve disiplin karşıtı olmak bir anlam ka-zanıyor
yoksa düzenli olmak ya da düzenli olan herşeye punk adına itiraz etmek
saldırmak bir anlam içermiyor
punkın doğduğu ana felsefeye (ki bir amacı varsa) amacına
zekice hareket ederek beklenilmeyeni verip şaşırtmaya
ve mantığına ters düşüyor...
sen sınavlara girip birşeyler olmaya çalışırken
her on yılda bir kendini değiştirip
hayır eski söylediklerimiz yanlıştı
artık bunlar doğru teknik olarak ispatlandı diyen
siyasetçiler bilim adamları ve daha niceleri insanı ümitsizliğe itip
sizi çalışıp üretmekten alıkoyabilir ve çalışmak istemeyebilirsiniz
bu düzenden nefret edip düzenin parçası olmak da istemeye-bilirsiniz
karar sizin
bence bu kişisel bir seçim
yırtıcı olup tuttuğunu herşeye ramen
diğer insanların haklarına tecavüz ederek koparmak
ya da kaybedenlerin tarafına geçip herşeyi boşvermek
boşverdiğin dünya ve hayat
artık kurallar olarakda birşey ifade etmeyecektir
kendimizi ait görmediğimiz bir sistemin kuralları bizim için niye birşeyler ifade etsinki
onur ve gurur kimin sana ne yaptığını ve neye layık olduğunu his-settirir
bazen bir simitçinin çocukları için para kazanma mecburiyeti karşısındaki yenilgisine
saygı duyarsın
bu doğrudur kalbin seni yönlendirir işte bu da öyle bir şey...
yani benim fikirlerime göre
- olan değil de olması gereken -
yaşanan değil düşünülen punk felsefesi giriş kısmım böyle işte
ben niye punkı seviyorum kısmına gelirsek
80 li yıllarda avrupada
pop müziğinin en verimli dönemi yaşanıyordu
daha sonra asla pop müzikte bir dönem
çağını yaşatan yılları
böylesine kült haline getirmedi
elektronik ve bilgisayar destekli stüdyo kayıtları
düşünülen herşeyi yapabilmeyi ve
duyguları müziğe daha iyi aktarabilmeyi sağlıyordu...
melodik yapı henüz yakın olan yetmişlerin
dünyayı saran hardrock tarzını altyapı olarak kullanıyordu
kimi parçalar o kadar güzeldi ki
hala 20 yıl sonra bile tekrar tekrar
yeni versiyonları yeni gruplar tarafından piyasaya sürülüyor...
ben böyle bir ortamda müzik kulağımı geliştirirken
80 lerin ortasına yakın artık kaliye deyince
benim için varsa yoksa NVOBHM yani new age of british heavy metal vardı
artık dinlemeye alıştığım 80 lerin pop müziği
bana sertlik bakımından yetersiz kalıyor yavan geliyor gibiydi
HM içine pop armonisi pop içinde HM sertliği arar oldum
bu da beni melodik trashe kadar götürdü
en sonunda ikisinin en iyi punkta biçim bulduğunu gördüm
ve punk eğlenceli havasıyla
insanı hemen kavrayan vokalleriyle vazgeçilmez oldu
ayrıca isteyen üç kişi daha bulup gitar bas bateri ve vokalle
lise grupları gibi hiçbir kurala uymadan
(sanırım yaşam felsefesiyle en iyi uyuştuğu nokta bu)
müzik yapılabildiği için
hertürde müziği punk tarzında ses kalitesine önem vermeden yorumlayabiliyor...
size de tavsiyem
punkçılar tavsiyeye göre müzik dinlemez nasıl isterseniz öyle yapın...
ama pop müzik temalarını
rocktaki gitarları
muhalif yaklaşımı
ritmle zıplamayı seviyorsanız
yeni bir şeyler keşfedip eğlenmeyi düşünüyorsanız
punk tam size göre...

3 Haziran 2004 Perşembe

Toprağın altı ve üstü

Dünya var olduğundan beri düzen böyle işliyor; Toprağın altı, üstündekileri yutuyor. Ormanlar, hayvanlar ve aklınıza ne gelirse alta inince üsttekileri tüketmeye başlıyor. Üsttekiler, alta inince eriyip, milyonlarca yıl sonra petrol olup yer yüzüne çıkıyor, petrolden plastik türevlerine, plastikten silikona, silikondan "microchip"e dönüşüyor ve yerin altındaki ölüme hizmet etmek için "microchip"ler savaş uçaklarında bombaları yönlendiriyor. Bombalar insanları yeryüzünden yeraltına çekiyor.
Yeraltında ne varsa ölüme dair, hepsi üstteki hayata karşı savaşmak için birlik olmuşlar. Üstte, yeraltındaki ölümü ruhlarında taşıyanlar, taşıdıkları ölümcül ruha hizmet için, ölüm dağıtıyor yeraltındakileri kullanarak.
Üstteki iyiler, yine üsttekileri kullanarak ölümle, kötülükle savaşmaya çalışıyor, içlerinde bitmek tükenmek bilmeyen barış ve yaşam sevdasıyla. Ve üstteki pırıl pırıl bir dereden beslenen ağaçtan yapılan sazla, çalıp söyleyerek haksızlıklara karşı birlik olmak için dostluk ve kardeşlik türküleri söylüyor.
Üsttekiler sesini duyurmaya, ölümü durdurmaya çalışıyor. Yukarıda, yukarıdakileri dönüştürerek alttakilere savaş açılıyor mücadelenin büyüklüğü ve zorluğu bilinse de karşı durulmaya çalışılıyor.
Yeraltından çıkarılan demirler eritilip bomba, tüfek, denizaltı, tank yapılıyor; ölüm kusuyor yeraltından çıkarılanlar, bunca yıl yeraltına inen ölümlülerden ölümü kanıksamış olarak.
Yerüstündekiler, yukarıdakiler yine yerüstündeki pamuklardan, otlardan yaptıkları çadırlarda yeraltındakilerden gelen ölüme karşı durmaya çalışıyor.
Yeraltındaki çürümüş her şey yerüstündeki canlı, hayat dolu her şeyle savaş halinde. Dünya kurulduğundan beri var bu savaş, iyiyle kötü, yaşamla ölüm, siyahla beyaz hep aynı kavga.
Aslında dünyanın kendi iç kavgası bu. "Dünya" bir gezegen olarak, ilk bedenine dönmeye, ilk haline; kor kızıl, ateş topu şekline, ilk günkü durumuna dönmeye çalışıyor ve bunun için kendinle savaşıyor. Ne varsa alttan üste çıkan, hepsini yok edip tekrar alta çekmek istiyor. Ama dağbaşında dostluk ve barış için gözünden düşen yaşlarla bu güçsüz insanlar, bunca yıl bıkmadan türkülerle dikildi ölümün karşısına.
Yeraltındaki her şey yerüstündeki her şeyi birgün yanına almayı başarsa da o dostluk ve barış türküleri hep ama hep yukarıda kalacak çünkü onlar yukarıdakiler tarafından yukarıda yukarının acılarıyla söylendi.
Ve yukarıdakiler;
Alttakilere karşı barış türkülerinin sonsuza kadar yeryüzünde yankılanması için, bir gün onların yanına gitmek pahasına da olsa, yazarak şavaşa devam etmek zorunda.
Unutmayın, yaşıyorsanız yukarıdasınız demektir.

ONALTIKIRKALTI

31 Mayıs 2004 Pazartesi

Ağızda KAY-BOL-MA-YAN sakız istiyoruz!

Çok kısa bir süre öncesine kadar, kamuoyunu etkileyen bir olay gerçekleştiğinde, insanlar bu konu üzerine konuşur, kendine göre (doğru/yanlış) fikirlerini belirtirdi. Okulda, kahvede, evde, sokakta kısacası her yerde insanlar bunu konuşur, olayı kişisel nedenlerle fazla önemseyenler hiç ağzından düşürmez, konuyla ilgili ayrıntılar yeri geldiğinde o kişi tarafından hatırlatılırdı. Bu bazen emeklilikle ilgili bir kanun, trafikle ilgili bir uygulama, bazen ekmeğe uygulanan zam ya da siyasi bir konu olurdu. Konular ve etkilediği sosyal kesim değişir ama insanların tavrı değişmezdi; mutlaka birileri bunu önemser ve konuşurdu... Belli bir konunun halk yararına nasıl sonuçlanması gerekiyorsa (insanlar olaylara kendi ihtiyaçları doğrultusunda yön verilmesini istedikleri için) her yerde bu konuyu konuşarak belli bir şekilde taraftar yaratmaya çalışılırdı. Bu tür muhabbetler sırasında, ikidebir aynı şeyi anlatanlara da "Sen de şunu ağzına sakız ettin be birader..." denirdi. İşte bu "Ağzına sakız ettin." deyimi belki bir an için sizi sıkan bir muhabbette karşı tarafa söylenirdi ama siz başka bir yerde bu konu hakkında birşeyler anlatırken de ilk aklınıza gelen o "Ağıza sakız edilenler" olurdu. Amacına hizmet edemeyen günümüz medyası (ya da gerçek amacı para kazanmak olan medya) milyonları ilgilendiren haberleri bir ay boyunca ön plana çıkararak belli bir kamuoyu yaratma fikrinden çok uzak. Bunun yerine gün içinde değişen "saatlik gündem"ler yaratarak öylesine uyduruk konuları gündeme taşıyor ki insanlar ister istemez saçma sapan haberler bombardımanı altında neyi konuşup neyi tartışacağını şaşırıyor. Durum böyle olunca da "saatlik gündemler"den, "Ağıza sakız edilecek" mevzular yaratılamıyor. Kimse ciddi konuları uzun uzun konuşmuyor, konuşuyorsa da geriye "toplumsal bilinç"e işlenemeyen bir iki boş konudan başka birşey kalmıyor.
Zamanında, belli hizmetlerin tek bir kurum altında toplanması fikrine "tekelcilik" fikriyle soğuk bakılır ve hatta "Burası Rusya mı kardeşim, bizim ülkemiz komünist mi?" diyerek devletin elinde olan bazı imtiyazların işadamlarına devredilmesi istenirdi... Evet ne yazık ki istedikleri oldu ve herşey parası olan belli grupların eline geçti. Herşey tek bir adamın eline geçince sanki bu yine tekel olmuyormuş gibi memlekete özgürlük getirdiklerini bile iddia ettiler. Adam parayı bastırıp gazeteleri, dergileri satın alıyor, tv kanalları kurup radyolar açıyor, sahip olduğu tüm bu medyada da kendi yarattığı "yıldız parçaları"nı tanıtıp reklamını yapıyor. Dergilerde yarı çıplak bir iki resim, uyduruk bir haber arkasından gazetede "Şu dergi bilmem kimin haberini yaptı." haberi. Yine kendi radyo ve tv kanalında da "Gazeteler dergiler falancayı paylaşamıyorlar" haberi, üstüne kendi müzik yapım şirketinden bir albüm, yine kendi dükkanında aynı "yıldız parçası"nın cd’lerinin satışı... İşte tezgâh kuruldu bitti... Saatlik gündeme düşen haberler mecburen kendi şirketleri kendi yıldızlarından bahsedecek ve bu durum öylesine karışık bir hâl alacak ki, kim kimdir ve necidir belli olmayana kadar, bu mekanizma yeni "yıldız parçaları" yaratana kadar bir bakacaksınız gazeteci tv haber spikeri olmuş, spiker albüm doldurmuş, şarkıcı köşe yazısı yazıyor, köşe yazarı müzikli şiir albümü yapmış. Akşama bilgi yarışması programında kendi radyosunda birinci seçilen (kendi müzik şirketinden çıkan) albümünün kaç bin sattığı soruluyor... Bu sadece bizim ülkemize özgü bir tezgâh değil, para tuzakları dünyanın heryerinde aynı yöntemlerle kurulmuş; suni gündemler, suni haberler, suni konular, suni yıldızlar... Tek gerçek yalan dolanla bizleri kandırıp cebimizden aldıkları paralar, onlar için de en önemlisi bu zaten. Onun için siz siz olun, suni gündemlere kanmayın. Sizin için en önemli şey neyse onu tek kaynağa bağımlı kalmadan araştırın. Ve Sizin için hayati önem taşıyan bu konunun nasıl düzenlenmesi gerektiğini, en yararlı şekle nasıl gelebileceğini bıkmadan herkese anlatın... Öyle ki; "Sen de şunu ağzına sakız ettin be kardeşim..." desinler...

ONALTIKIRKALTI

11 Nisan 2004 Pazar

Bu yazıdan şikâyet eden varsa...

Ülkemizde yarı-aydın sayılabilecek düşünenlerin, kafası çalışanların, olan bitenden biraz haberi olan herkesin ortak davranış biçimi olan "Şikayet etme" yavaş yavaş yok olmak üzere...

Herkes bir şeylerden şikayet eder, birbirine söylenip durur. Trafikte yanımızdaki yolcuya, markette diğer müşteriye, para yatırmak için girilen sırada bizimle aynı kaderi paylaşanlara ya da birine söylüyormuş gibi öylesine ortaya söylenip şikayet edip dururuz.

Artık, sınıf bilincinin, sendikanın, kooperatif ve köy enstitülerinin ne anlama geldiğini bile unutan insanlara eskiden olduğu gibi "Şikayet etme düzelt!" demenin de bir anlamı kalmadı çünkü şikayet eden insanlar ortadan kalktı. Bu niye önemli? Açıklamaya çalışayım. İnsanlar sorun oluşturan durumun farkındadır ve bundan şikayet ediyorlardır ya da farkında olan başka birinin şikayeti sayesinde durumun farkına varacaktır.

Verilemeyen hizmetten, yapılan haksızlıktan şikayet eden birileri varsa ve bunlar "Bak, ben bu olanları farkediyorum ve neler yapılması gerektiğini de biliyorum." anlamına gelen; olayları takip ettiğini iç yüzünü araştırdığını, okuduğunu, tartıştığını gösteren şikayetlerini başkalarına ileteceklerdir. Bu sayede de belli olaylar karşısında toplumsal ortak bir bilinç gelişecektir.

Bu ortak bilincin bir sonraki adımı ise, şikayetlerine cevap verecek birilerini bulamadıklarında gerçekleşecektir. Bu kadar şikayete kimse durumu düzeltmek için harekete geçmiyorsa "Biz düzeltelim." yani yukarıda belirttiğim "Şikayet etme, düzelt!" fikri.

Bu, tabii ki yönetimler için bir tehdit oluşturur ve en azından güvenilirliği sarsarak her şeye körü körüne inanmamızı engeller.

Eskiden sadece futbol bu durumu dengelemeye yetiyordu. Futbol muhabbeti, hiçbir yararı olmasa da insanlara oyalanacak fikir geliştirerek düşüncesini iletecek bir ortam yaratarak gündelik olaylara bakış açısını köreltiyordu.

Zamanla gelişen teknoloji sunduğu iletişim imkanları sayesinde dünyayı küçük bir köye dönüştürünce, herşey değişmeye başladı. İnsanlar artık, değişik kaynaklardan farklı bakış açılarıyla hazırlanmış her türlü bilgiye ulaşmaya başladı: Toplumsal olaylar, dünya tarihi, ülkelerin gelirleri borçları, harcamaları...

Buna karşı, yeni bir aptallaştırma hamlesi yapılması kaçınılmazdı. Neredeyse bütün gazete, dergi, radyo ve tv’ler, popüler kültürün en alt seviyelerinde ama eğitim verilmemiş halkın dikkatini çekebilecek yayınlarla bilincimizi istila etmeye başladı.

Önce, yazdıklarının doğruluğuna inandığımız, şikayetlerimizi dile getiren yazarlar ortadan kayboldu, kimini yaktılar, kimini bombalarıyla susturdular. Sonra nüfusumuzun çoğalmasına rağmen, eğitimli insan sayısını belli bir sayıda tutabilmek için, anayasal hakkımız olan parasız eğitimi, ancak parası olanların tamamlayabileceği bir şekle soktular.

Şikayet eden bir iki çatlak ses çıksa da, sayıları numune olarak kalmasında sakıncası olmayacak kadar azdı. Şimdi ise askeri, siyasi ve ekonomik kararlar, borç aldığımız ülkeler tarafından verilmeye çalışılıyor. Şikayet eden?

Bunların hiçbir önemi yok... Araçlar farklı, yöntem aynı. Eskiden milli maçta oyun sırasında ayakkabısını bağlayan kaptan Cemil’den şikayet edenler, iki-üç yıl önce biri bizi gözetliyor evinde yanlış adam atıldığından şikayetçiydi, şimdi popstar’da daha iyi olduğunu düşündüğü adama yapılan haksızlıktan şikayetçiler.

İnanın, emekli maaşı için saatlerce kuyrukta bekleyip durmadan herkesten her şeyden şikayet eden yaşlı amca kadar ruh kalmamış bizde. Hani şikayet?

(Ben sıramı savdım şimdi sıra sizde...)

ONALTIKIRKALTI